24 Aralık 2012 Pazartesi

Yazmaya Nasıl Başladım?

    Dün bu blogu açarken böyle bir yazı yazmak aklımda yoktu açıkçası. Ya da hikayelerimden birini burada yayınlamak... Ama ilham perisi geldi ve aklıma soktu bu fikri. Kısacası ikisini de yapacak gibiyim.

  Yaklaşık olarak 3 yıl önce kapanan bir site vardı; Harry Potter Cafe adında. O zamanlar fanficlerle pek ilgilenmezdim ama orada okuduklarımdan sonra ister istemez kende kendime bir şeyler kurgulamaya başladım ve hooop! İlk hikayemi yazdım. Aslında bitmiş bir hikaye değildi çünkü o zamanlar 8. sınıftaydım ve gerek dersane gerek de aile baskısı düşünülürse dikkatimi derslere vermiş olmam normaldi.

  SBS adındaki bela geçtikten sonra ne mi oldu? Orada burada takıldım, okulları dolaştım, Kore fanlığımı ilerlettim, vs. Kısacası yazma adına pek bir şey yapmadım. Tabii başlayıp bıraktığım birkaç şeyi saymazsak.

  Daha sonra ise bir süre yazdım fakat okul sınavları oldukça benim yazmaya ayırdığım vakit ya ders çalışmaya heba oluyordu ya da hiçbir şey yapmadan sadece kurgunun zihnimde oluşmasına. Sonuç olarak bu yaza kadar kayda değer şeyler yazdığım söylenemez.

  Bu yaz ise altın çağımı yaşadığımı söyleyebilirim. Çünkü hem yazmaya vaktim vardı hem de biraz olsun kendimi geliştirmiştim ve özgüvenimi kazanmıştım -bu biraz uzun bir konu-. Sonuç olarak iki adet hikayeyi bitirmiş ve bir de tek bölümlük bir hikaye yazmıştım. Belki bu size az gibi gelebilir ama inanın yazan kişi siz olunca hiç de öyle olmuyor. Çünkü aralıksız 3 ya da 4 saat bilgisayar başına oturup olabildiğince kaliteli bir bölümü ortaya koymak kolay bir şey değil. Hele de dikkat eksikliğiniz varsa bu süre 6 saate de çıkabilir ya da bölüm ertesi güne de sarkabilir.

  Tahmin edebileceğiniz üzere okul başladıktan sonra pek bir şey yazamadım. Sadece yarışmaya yollamak için yazdığım bir masalım var -ki benim pek beğendiğim söylenemez. Okul başladığında bir şey yazamamış olmamın ana sebebi sanırım dersler ve senenin başında bilgisayarımın çökmüş olması. İlk başlarda telefondan da yazarım ben deseniz de bir süre sonra bıkıyorsunuz.

  Eveet, şu anda beynimde binbir türlü kurgu dolaşıyor ve ben artık gitmeliyim. Bu yazıyı okuyan olur mu bilmem ama en sevdiğim hikayem olan Take My Hea(r)t'ın tanıtımını yazıya iliştirmek istiyorum. Ve son olarak eklemek istediğim şey kendinizie iyi bakın; eğer ilham perisi yanınıza uğrarsa fısıldadıklarını dinleyin ;)

[NOT: Tanıtım yazma gibi konularda biraz(!) beceriksiz olduğum için tanıtımı biricik Juliet'im Nesibe yazdı. Ona tekrar teşekkürlerimi sunuyorum ^^]



'   Salonun kapısında durmuş kanepemizde oturan sevgilimi izlerken bu duruma asla alışamayacağımı düşünmeye başlamıştım. Onun adı Wee Na... Biricik karım...

   Aslında hayatımız eskisinden pek de farklı sayılmaz. Ne de olsa hala her sabah gözlerimi onunla açıyorum ve gece olup ben tekrar gözlerimi kapayıncaya kadar her baktığım yerde onu görüyorum.

   Bu durum bazen unutmama neden oluyor; dokunmanın, öpmenin, koklamanın yasak olduğunu...

   "Jung Min? Neden orada duruyorsun? Gelsene artık başlatalım şu filmi."

   Wee Na'nın sesini duyunca silkinip kendime geldim ve içten görünmesini umut ettiğim bir gülümsemeyle Wee Na'nın yanına oturdum. Az önce dikkatle incelediği filmlerden birini parmağıyla işaret ediyordu.

   Yüzümdeki gülümsemeyi korumaya çalışarak filmi başlattım ve mutfaktan gelirken getirdiğim patlamış mısır dolu kaseyi kucağıma alarak koltuğa oturdum. Wee Na, "Lezzetli görünüyor," dediğinde gözlerimiz buluştu. Önemli değil dercesine omuz silkip dikkatini filme verdiğinde aynısını yapmaya çalıştım. Artık çok sevdiği ramenleri ve çikolataları yiyemeyecek olması sanırım beni Wee Na'dan daha çok üzüyordu. Ama ikimiz de biliyorduk ki; hiçbir şey yememesi, kalbimi yemek istemesinden çok daha iyiydi.
'

2 yorum:

  1. mimledim seni bir bakıver:
    http://pofudukdunyam.blogspot.com/2012/12/mim-oku-oku.html

    YanıtlaSil
  2. yeni bir mim istermisin?
    http://pofudukdunyam.blogspot.com/2012/12/mimlerim.html

    YanıtlaSil